Herhalde gözünüzden kaçmamış, hatta hafızanıza kazınmıştır. Türkiye’nin siyaset sahnesinde CHP dışında lidersiz bir parti yok. Diğer tüm partilerin liderleri — iktidar olsun, muhalefet olsun — örgütlerine hakimler, esas olarak onlar konuşuyor, onların izni/rızası olmadan kimse çıkıp partilerinin iç sorunlarını kamusal alana taşımıyor.
CHP’de ise bir sözde liderlik var, pekala öyle denebilir, her aklına gelen ikide bir çıkıp parti içi çekişmelerle, iç güç kavgalarıyla ilgili, süslü veya dolambaçlı laflarla konuşup duruyor.
Dışardan bu durumu sorguladığınızda, “işte en özgür parti, herkes fikrini açıkça dile getiriyor ya” türü garip argümanlarla karşılaşmanız an meselesi. Oysa kamusal alanda, tv kanallarında, orada burada söylenmekle, kısır polemik üretmekle bunun hiç alakası yok. Parti içi tartışmaların yeri, adı üstünde, partinin içi.
Kemirilme işlevi gören bu kakofoninin başka bir açıklaması yok.
Bu, yıllardır böyle. Merhum Ecevit’in — sevin veya sevmeyin— CHP’den ayrılıp kendi partisini kurmasının sebebi buydu. Modernist bir kurucu parti olarak yola çıkmış olan CHP yıllardır bünyesinde feodal zihniyetin, bazı siyaset ağalarının güdümündeki çıkar amaçlı fraksiyonların çekişme ve didişme alanı.
Feodal kültür, sağlık durumu kendisini hareketsiz kılan Deniz Baykal’ı Meclis’e devam etmeyeceği aşikar olduğu halde milletvekili seçtirmekte bulmuştu, hatırlayın.
Öte yandan yıllardır sergilenen performans, Türkiye’de ne yapıp edip iktidara gelmekle değil, partide iktidarı ele geçirmekle ilgili bir olgu. CHP’nin görüntüsü, rölantide çalışan bir ortomobilin gazına basmakla açıklanabilecek türden.
Şimdi, “ne olacak bu CHP’nin hali?” adlı bitmez tükenmez dizide yeni bir bölüm izletilmekte gönlü muhalefetten yana olan kamuoyuna. Çekişme biri “de jure” —hukuki— diğer üçü de facto — fiili— dört ana aktör arasında cetayan etmekte: Başkan Özgür Özel, İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, eski başkan Kemal Kılıçdaroğlu ve ABB Başkanı Mansur Yavaş.
Alttan alta gizli gündem, iç hesaplar ve manevralarla süregiden bu kargaşada gözler özellikle İmamoğlu üzerinde. Çünkü Mansur Yavaş, ülkücü-statükocu kökeniyle, CHP geçmişi olmayışıyla, siyasette söyleyecek bir şeyi olmamasıyla ne kadar devletin ve oligarkların potansiyel B planı tercihi ise, seçmene erişmesi, yurttaşla sıcak diyalog kurma maharetiyle İmamoğlu da muhalefet kesimindeki halkın tercihi. Rakamlar bu iki aktörü başabaş gösterse de, niteliklerdeki ayrım bu.
İmamoğlu üzerinde toplanan karabulutların açıklaması da — tıpkı popülerlikte çıtayı bir zamanlar aşmış olan Demirtaş’ta olduğu gibi— burada gizli.
Dolayısıyla onca laf kalabalığı arasında tayin edici olan, üstünde Damokles kılıcı ile bir tercih aşamasına gelmiş olan İmamoğlu’nun ne yapacağı. Açmaz bariz. Siyasetbilimci Prof İhsan Dağı’nın “İmamoğlu nasıl kurtulur?” başlıklı son yazısında — haklı olarak— vurguladığı gibi, İBB başkanının manevra alanı iyice daralmış durumda.
Sadece hakkında açılan davalar ve soruşturmalarla ilgili olan bir durum değil bu. 2023 seçimlerinde olağanüstü bir beceriksizlik ve aymazlıkla, altılı masa masalıyla yaşanan CHP yenilgisi ardından ekonomideki çöküntü yerel seçimlerde — esas olarak AKP seçmeninin partisine küsmesi yüzünden — CHP lehine bir alan açmıştı. Ama yaşanan sevinç saman alevi etkisi yarattı, birkaç hafta sürdü.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, 2015 Haziran seçimi sarsıntısı sonrasında edindiği tecrübeyi sabırla örerek yavaş yavaş durumu kontrol altına aldı, İmamoğlu’nun Özel’i açıkça destekleyip kazandırdığı CHP kurultayına kadar Özel’in ne idüğü belirsiz “normalleşme” söyleminden yararlandı, geçen yılın ikinci yarısında önce Öcalan girişimi, ardından Suriye hamlesi ile “seçeneksiz lider” imajını yeniden inşa etmeye başladı.
CHP’ye de hiçbir anlamı olmayan, papağanvari “erken seçim isterim, hadi sandığı getir” söylemi ile “kim nasıl ne zaman aday olacak?” sorusu etrafında o dört CHP aktörünün gizli-kapaklı-açık didişmesiyle sınırlı bir alan kaldı. Bu yavan söylem ve didişme sürdükçe, hiç şüphe yok, Erdoğan’ın sıkı sıkı sarıldığı Cumhur İttifakı eski gücüne yeniden kavuşacak gibi görünüyor.
Yeni hamleler de gündemde: Öcalan beklenen açıklamayı yapsa da yapmasa da kazançlı çıkan Erdoğan olabilir, çünkü Meclis’te bir yandan İYİP’yi transferlerle kemiriyor, öte yandan GP ve SP gibi gruplar da potansiyel iktidar ortağı olarak — Suriye olgusunun etkisiyle — gözleri Saray’da, sırada bekliyor. Erdoğan’ın hedefi, öyle veya böyle, 360 referandum sayısına erişmek ve yerli-milli cepheyi tahkim etmek.

Agrandissement : Illustration 1

Hayli muhtemel.
Tekrar aynı soruya gelelim: İmamoğlu ne yapacak? Makul ve geçerli bulduğum bir görüşe göre, Türkiye’de şu anda mevcut duruma güçlü bir dille ve programla meydan okuyacak, “ağzına baktıracak” bir lidere ihtiyaç var.
İtalya’da Meloni, Brezilya’da Lula akla ilk gelenler. Seçmen her yerde aynı: Kendi halini, dert ve beklentilerini bir kişide bulmak istiyor. Eğer kendisini lider olarak görüyorsa — ki bunun başlangıç noktası, 2019 yerel seçimlerinde uğradığı haksızlıktı — İmamoğlu’nun çok daha fazla risk alması gerekiyor.
Denilebilir ki başına örülen çoraplara karşı İmamoğlu’nun yapması gereken, bir an önce Özel ve partiyi ikna edip olağanüstü ve acil bir kongre ile CHP başkanlığına aday olması ve bu kez Özel ekibinin desteğiyle seçilmesi.
Bu olmayacak duaya amin demek. Gerek Özel gerekse Yavaş’ın geçen hafta ağzından kaçırdıkları laflarda, kendilerini İmamoğlu’suz bir senaryoya hazıladıklarını okumayan var mı? Yavaş “bakalım o güne kim kalacak?” deyiverdi, Özel de bir TV kanalında “başına ne gelirse gelsin, biz de (başka) en güçlü adayla çıkarız” diye bakla yı ağzındançıkardı. İkbal savaşında İmamoğlu’nun devre dışı kalması ikisinin de üzüleceği bir senaryo değil. Bir anlamda şimdiden gözden çıkarılmış durumda.
Yani İmamoğlu’nun 10 Şubat’taki üçlü görüşmede Yavaş ve Özel’i kendi lehine feragat etmeye ikna etmesi, mucize ile eşanlamlı. Öte yandan, hal ne olursa olsun, Kılıçdaroğlu’nun geri dönüşü de fantastik bir senaryo. (Ama o, arkasında kalmayı sürdüren bir parti içi kesime güvenerek ısrarcı olmaya, sağda solda konuşmaya da ısrarlı.)
Dolayısıyla, CHP şu anki haliyle, var gücüyle Erdoğan ve Cumhur İttifakı’nın yeni zafer hedefine açtığı yolun taşlarını bir kez daha döşüyor. Erdoğan’ın ustaca çizdiği stratejideki hamleleri öngöremiyor, Öcalan ve/veya Suriye hamlelerinin getirisinin kapsamını, AKP-MHP lehine hazırlanmış çok seçenekli siyasi senaryoları da kavrayamıyor.
Çünkü partide bütünlük yok, herşey gündelik laf yetiştirmeden ibaret.
Ayrıca, son aylarda neredeyse yüzde 40’lara varan kararsız/protesto oylarını (bunların yüzde 25’e yakını CHP’den kaçanlar) analiz etmek bir yana, anlamak isteyen de yok.
Başka bir deyişle, uzaklaşmakta olan trenin son vagonuna da atlamayı başaramayan CHP arkadan koşmakla meşgul.
Peki, İmamoğlu ne yapacak? Prof Dağı, “zor ve geç” olmakla beraber partinin şansını liderliğin çekilmesi ve başkanlığı İmamoğlu’ya bırakmasında buluyor. Yakın bir zamana kadar ben de böyle düşünüyordum, ama artık değil.
Sebebini açıklamaya çalıştım. Hakkında verilecek siyaset yasağı kararına partinin mevcut yönetimi de Yavaş da timsah gözyaşı dökecek, mağduriyetin kendilerine tahvil edileceğini umacaklardır.
Geriye bir tek yol kalıyor.
Bakınız, Türkiye’de 2017’den beri bir başkanlık sistemi geçerli. Seçim yarışında bir adayın, bu sisteme göre, ille de partili olması gerekmiyor. Sen ben veya o, belli kriterleri tutturmuşsak, pekala aday olabiliriz. Az önce andığım, seçmenin üçte birinden fazlasının kararsız/protesto alanına kalıcı yığınak yapması da, gene anketlere yansıyan “bu ülke sorunlarını mevcut hiçbir siyasi parti çözemez” diyenlerin oranının en az yüzde 70 oranına tırmanmış olması da bize bir tek şey söylüyor: Türkiye’de geleneksel parti siyaseti çökme noktasındadır. Liderlik ve halk nezdinde popülerlik, yani bireysel siyaset bu yüzden geçerlilik kazanıyor.
Dolayısıyla İmamoğlu’nun yol ayrımı net: Ya kendi içinde didişme ve entrikalarla, içten pazarlıklı manevralarla hiçbir gelecekl vaat etmeyen partinin parçalanmış delege ve üyelerine yaslanarak adaylık arayacak, ya da başkanlık sistemini uygulayan Fransa veya Arjantin’de olduğu gibi, yani Macron veya Milei gibi, desteği doğrudan seçmenden alarak (doğrudan demokrasi) yükselmeyi deneyecek.
İmamoğlu iktidar yargısı ve kendi partisi tarafından yeterince “yıpratıldığına” göre, yani kaybedecek fazla bir şey kalmadığına göre, gecikmeden gelecek seçimde cumhurbaşkanlığına adaylığını ilan etmeyi ve 100 bin oy toplayarak yola koyulmayı deneyebilir. En az 100 bin imzası var mıdır? Evet, fazlasıyla.
Bu hamleyi CHP de dahil, kimse durduramaz. Eninde sonunda parti, arkasında toplanmaya kendisini mecbur hissedecektir.
Tersi bir durum, seçmenin partiden bir daha dönmemek üzere daha çok uzaklaşmasına yol açacaktır.
Hakkındaki beklenen siyasi yasak/mahkumiyet kararı, 100 bin imza kampanyası sırası veya sonrasında gelirse, bunun içerde ve dışarda yankıları çok güçlü olacaktır. İktidarı, muhalefette taban iradesi ile karşı karşıya getirecektir.
Dediğim gibi, liderlik yolculuğu risk almayı zorunlu kılar.
Dönemsel konjonktür risk almayı gerekli kılıyor.
İmamoğlu’nun tercihi ne olacak? Korku veya tereddüt mü galebe çalacak, yoksa cesaret mi?
Göreceğiz.

Agrandissement : Illustration 2
