Döndük dolaştık gene CHP konuşur olduk. İkibinli yılların başlarında yepyeni bir yönetim sistemi ve köklü bir toplumsal değişim için varını yoğunu ortaya koyanlar kendilerini bir kez daha “ana muhalefet” ile başbaşa buldular.
Elli yıla yakın süredir ülkeye anlamlı, kalıcı bir katkıda bulunmamış bir parti, sadece kendi içinde topaç gibi dönerken, yeni hiçbir dil üretmezken, aynı tipoloji ile yeniden bir “umut” gibi görülmeye (ve gösterilmeye) başlamış ise, ortada garip bir durum var demektir.
Bu yeni “toplaşma” bir “umut” saflaşması mı, yoksa ilerici ülke eliti açısından bir tarihi yenilginin açık itirafı mı? Bir dönemin “reformist demokratlar”ı Gezi protestoları ardından peşpeşe gelen baskı düzeni adımları karşısında darmadağın oldular. Her gün pekişen “yeni gerçeklik” ile ezberler arasındaki uçurum, uzun süren bir kekeleme, “gecikmeli farkındalık” ve zihin bulanması ardından, geri dönüşü mümkün olmayacak şekilde derinleşmiş durumda.
Son 10-12 yılda yaşanan çöküşe rağmen yönünü geleceğe çevirmek yerine genetik özü itibarıyla sadece ütopik geçmişe (erken cumhuriyet dönemine) dayalı, altı oklu siyasi çizgisinden vazgeçememiş bir parti, bir “müzmin siyasi loser” yapısı hala “umut” olarak yaşatılmak isteniyorsa; son derece ham verilere dayanılarak “doğru” çizgide olduğu iddia edilebiliyorsa, bunun çok sayıda akademik çalışmaya kaynak teşkil edecek bir yerli-milli bir olgu olduğu da aşikar.
Dikey karar geleneğinin yaşlı erkek (eski başkanlar) egemenliğindeki “tüzük” başlıklı kurultayda bir kez daha teyit edildiği son gelişmeler ardından “yenilenme” adına elimizde olgunlaşmış bir veri demeti var mı? Yoksa süslü laflar, malum “nazik itişmeler”, sahte tebessümler ve sıradan bir siyasi söylem üzerinden herşey bir kez daha bir sonraki kavgaya kadar ertelendi mi?
Objektif olarak bakıldığında CHP cephesinde yeni bir ufuk belirmedi. Kurultaydaki tüzük değişikliklerine dair tartışmalar, itirazların rafa kaldırılmasından ibaret: “Birşeylerin değişmemesi için bazı şeyler değişti”.
Yönetimi temsil eden karma şahsiyetler — genel başkan ve iki belediye başkanı ile gözü hala belli bir destekle geri dönüşte olan eski başkan — batağa saplanmış ülkenin sorunları ile ilgili kitlesel heyecan yaratacak bir şey söylemiş değiller. Onların ego danslarını izliyoruz.
“Normalleşme” diye kamuoyunu haftalarca meşgul eden ve —söneceği ta başından belli olan— süreç artık “adı var kendisi yok” halde.
Bir amatör siyasetçi edasıyla, karmakarışık bir imaj koreografisiyle cevaptan çok yeni sorun işaretleri üretip duran Özgür Özel, partisinin vizyonunu “çıkarın hadi sandığı, erken seçim yapalım” cümlesine indirgemiş durumda.
Hukuksuzluğun her gün yepyeni zirveleri zorladığı, insanların burnundan soluduğu bu dönemde meydanlara çıkma, halkla protestoda birleşme, sokakta yürüyüş, pasif direniş gibi en temel anayasal hakları zorlamak yerine, parti yönetimi hala —- kadük olduğu bilindiği halde — AYM’ye başvurular üzerinden siyasi puan toplayacağı gibi bir yanılgıda ısrar etmekte.
Eski başkan Kılıçdaroğlu gibi Özel de, karşımıza çıkan her yeni görev suiistimali ve açık zorbalık örnekleri karşısında, sokaktaki yurttaş gibi “durum tespiti” yapmak suretiyle CHP’nin iktidara geleceği algısını inşa etmeye çalışıyor.
Boşuna çaba, tabii ki. Ama bu, CHP’nin “muhalefet etme” geleneğiyle çelişen bir şey de değil. Parti, oldum olası “durduğum yerde durayım, nasıl olsa halk döner dolaşır bana gelir” şiarını benimsemiş, statik bir oluşum. Cumhuriyetin kuruluş ilkelerinin tahribatına karşı yükselecek bir seçmen dalgası, Godot bekler gibi bekleniyor. Oysa olan oldu bile.
Bu beklenti, yanlışta ısrarı da beraberinde getiriyor. Mayıs hezimeti ardından seçmenin yüklü bir kesiminin AKP’den geçici olarak ayrılıp bekleme odasına geçmesi ile ortaya çıkan 31 Mart sonuçları, hiç de ikna edici olmayan bir yorumla “CHP’nin iktidara yürüyüşü” olarak takdim edilmekte.
Parti yönetimine hakim olan zevat ile partizanlık üzerinden toplum mühendisliğine soyunmuş bir kısım medya figürü de bunu kabartmakla meşgul. Son anketlerle beslenen bu dalga, CHP’nin AKP’nin önüne geçtiği gibi bir iddia ile üflenmeye çalışılıyor.
Hiç de öyle değil. Bir örnek vermek gerekirse gerek Metropoll, gerekse SONAR’ın yayınladığı son anketlerde kararsız oranı yüzde 26 ile yüzde 35 arasında görünüyor. CHP’ye kayma iki ila üç puanla sınırlı. Bunu görmek istemeyen “muhalif” medya, bilimselliği kuşkulu yapay bir “dağıtma” ile belirlenen partiler sıralamasında “CHP önde” iddiasını hakikat olarak kabul ederek seçmene bir kez daha kötülük yapıyor. Son olarak SONAR ve ASAL’ın sonuçları da kararsız oranları aktarılmadan haberleştirildi.
Oysa ortada Mayıs ’23 seçimlerinden bu yana gelişen ve sabitlenen bir olgu var:
MAK Araştırma Şirketi’nin yöneticisi Mehmet Ali Kulat bir kez daha uyardı. “Yüzde 35 oranında bir seçmen tepkili, gelecek seçimlerde sandığa gitmeyecek” diyor. Neredeyse her üç seçmenden biri siyaset sahnesini işgal eden iktidar ve muhalefet partilerine olan güvenini kısmen veya tamamen kaybetmiş durumda. Kriz büyüdükçe bu oran daha da artacaktır.
Başka bir ifadeyle, kararsızlar şu anda Türkiye’nin en büyük siyasi partisi.
Buradan yola çıkarak, bir kez daha şu noktaya geliyoruz:
Son 20 yılda neredeyse topyekun çürümüş, benmerkezci siyaset esnafı yerine, yepyeni bir partiye (veya baştan aşağı ciddiyetle yenilenmiş bir partiye) ihtiyacı var.
Gerçek bir iktidar adayıyken iktidar ve ana muhalefetin — yani sistemin ana oyuncularının — türlü siyasi ve hukuki ayak oyunlarıyla bertaraf edilen, “küskünleşen” Selahattin Demirtaş’ın avukatının onun adına yaptığı son açıklama da bu durumun — yani siyasetteki reel boşluğun — dolaylı olarak tespitinden ibaret.
Hal böyle iken CHP’nin hakim söylemi kişiler etrafında dönmeye devam etmekte. “Özel mi, İmamoğlu mu, Yavaş mı cumhurbaşkanlığı için aday olacak?”
Halkı, tabanı, mazlumları mazlum kılan sebepleri, taşrayı ve yoksul mahalleleri ne yapacağını bilemeyen bir parti. Rüzgar iyice sertleştiğinde, Eren Keskin’in tabiriyle “mağdur seçici” olmaya devam eden, dış politika gibi hayati bir alanda resmi söyleme kendisini endekslemiş ve adeta AKP-MHP dış politikasını temsilen şube açmış, ekonomide iktidar danışmanlığına soyunmuş bir “muhalefet” grubu.
Ortada “doğru çizgi” dedirtecek bir durum yok, kısacası.
Şu anda “CHP yanılgısı”nın, gerek yönetimdeki gerekse ona dış destek açıklayan reformist çevrelerce görülmeyen tarafı da şu: İktidara doğru yükseliş iddiaları havada uçuşurken, gelecek seçimlerdeki aday adaylarının çevresi iktidar mekanizmaları tarafından yavaş yavaş kuşatmaya alınmakta. Kılıçdaroğluu ve İmamoğlu siyaset yasakları ile karşı karşıya.
Buna “bir şey olmaz” diye bakanlar, yakın bir gelecekte derin hayalkırıklığı yaşayabilir.
İmamoğlu farkında. “Ceza mı verecek, hemen versin. Size söz: Bu millet ayağa kalkar” diyor.
Acaba?
Bu da bir başka yanılsama, aşırı özgüven ve yüksek ego ifadesi olabilir.
Yani “bu millet” ayağa filan kalkmayabilir. Şimdiye kadar kalkmadığı gibi.
“Biz halka gitmeyiz, nasıl olsa halk bize gelecek” ile siyaset yürütmeye çalışan CHP istediği kadar kişi tartışsın, istediği kadar tüzük değiştirsin, nasıl katı ve acımasız bir sistem tehdidiyle karşı karşıya olduğu anlaşılmadıysa — ki bunu yönetim değil, partinin orta ve alt katmanları görmeli — bir kez daha hüsrana mahkumdur.
Ayrıca, son kurultay parti içi hiziplerin ve çıkar gruplarının mevzilenmelerini bitirmemiştir. Çekişme devam edecektir. Siyasetbilimi de bizlere şunu söyler:
Kendi iç sorunlarını onyıllardır halledememiş bir parti, ülkenin sorunlarını asla halledemez.
Netice itibarıyla şunlar net:
- Mayıs seçimleri iktidar-oligarşi-bürokrasi üçgeninin mühendisliği ile sonuçlandı. Bu üçgen halen sabit, çünkü her ucu için “kazan-kazan” durumu devam ediyor — ve etmeli.
- Erken seçim, “takdir-i ilahi ihtimali” dışında, boş bir beklenti. Erken seçime ancak “en son çıkış” olarak Saray karar verir, muhalefet değil.
- Üçüncüsü, cezai baskılar CHP’yi de iyice içine alacak, derinleşecek.
- Dördüncüsü, mevcut sistem büyük ihtimalle Mansur Yavaş’ı aday olarak belirleyecek. Türk-İslam Sentezi'nin “devamlılığı” çok önemli.
,Bu durumda CHP’nin önünde iki yol var: Mevcut sisteme razı olup iktidar ortaklığına dümen kırmak (bir bir kesim bunu istiyor) veya gayrıciddi “kamusal vodvillere” ara verip aklıselim gereği seçmeni ikna edici ve onn yıllık kapsamlı ve cesur bir reform programı hazırlayıp sunmak için kolları-paçaları sıvamak.
Henüz dereyi görmüş değiliz.

Agrandissement : Illustration 1
