Yavuz Baydar (avatar)

Yavuz Baydar

Journalist, editor and analyst in Turkish & international media / Journaliste, rédacteur, commentateur.

Abonné·e de Mediapart

64 Billets

0 Édition

Billet de blog 9 octobre 2024

Yavuz Baydar (avatar)

Yavuz Baydar

Journalist, editor and analyst in Turkish & international media / Journaliste, rédacteur, commentateur.

Abonné·e de Mediapart

Üç koldan rejim konsolidasyonu

Meclis’teki “kapalı” İsrail toplantısı ardından gelen açıklamalara bakılırsa "bir bardak suda fırtına”dan ötesini geçmedi İçeriksiz bir dram mı? Meclis ezici çoğunluğunda anti-İsrail hava egemen, ama toplantının kurgusu ve zamanlaması önceden gözlenen bir dizi iktidar adımını daha da belirgin kılmakta. Ortada bir “muhalefet mühendisliği” var ve bu her geçen gün iktidar lehine güç kazanıyor.

Yavuz Baydar (avatar)

Yavuz Baydar

Journalist, editor and analyst in Turkish & international media / Journaliste, rédacteur, commentateur.

Abonné·e de Mediapart

Ce blog est personnel, la rédaction n’est pas à l’origine de ses contenus.

MHP lideri ve Cumhur İttifakı ortağı Devlet Bahçeli bugün Meclis grup konuşmasında, birkaç gün önceki “tokalaşma”nın ikinci perdesini açtı.

“Uzattığım el milli birlik ve kardeşliğimiz mesajıdır. Biz gelişigüzel, keyfe keder, can sıkıntısından anlık dürtülerle dümenden el uzatmayız. Biz durduk yere el vermeyiz. Öylesine yerimizden kalkıp da el sıkmanın merakına tevessül ve teşebbüs etmeyiz,” dedi, “Uzattığım el gelin Türkiye partisi olun, gelin teröre cephe alın, gelin bin yıllık kardeşliğimizde kenetlenin temennisi ve teklifidir. DEM'e evvela düşen sorumluluk uzanan bu samimi elin kıymet hükmünü anlaması ve dahası Türkiye partisi olması yönünde bir eşik olarak algılayıp değerlendirmesidir.”

Şunu da ekledi: 

“Cumhur İttifakı'nın duruşuna müzahir bir şekilde DEM sıralarına giderek elimi uzattım, doğaçlama olmayan bu iyi niyetli tutumumu siyasi nezaketten öte önümüzdeki cumhurbaşkanlığı çarpışması ve yeni anayasa için cephe genişletme çabası olarak görenler mayın tarlasında söğüt gölgesi arayan biçarelerdir.”

Siyasetin gitgide ilginç bir hal alan şu noktasında, “biçarelik” diyen desin, tahlil tam da bu açıklamalar ardından şart oldu.

Bahçeli’nin konuşması Meclis’in 1 Ekim’de açılışı ile MGK toplantısından saatler önce, 3 Ekim’de Cumhurbaşkanı Erdoğan’la beklenmedik biçimde biraraya gelmesini izledi. 

İktidar cephesinde yaşanan hareketlilik muhalefeti kapsama alanına almış durumda. 

31 Mart yerel seçimleri ardından ortaya çıkan manzarada görülen şu: AKP’nin oy kaybı bariz. MHP’nin devlet bürokrasisi, yargı ve güvenlik yapısı içindeki baskın hakimiyeti ile son iki seçimde aldığı oy oranı arasında belirgin bir asimetri var. “Hükümet etme” konusunda da gözlerden kaçmayan bir sürtüşme, çekişme ve “sorun erteleme” görüntüsü söz konusu. Ama her iki taraf da iktidara varoluşsal bir refleksle yapışmış durumda. 

Öte yandan, ekonomik kriz ülkenin “yönetilebilirliği”ni frenleyen “gerçek muhalefet” dinamiğini oluşturuyor. 

Seçimlerde AKP’den kaçan oylar yol kenarında yığılmış bekliyor. Pahalılık ve yoksulluk görülmemiş bir güvensizlik halini kalıcı kılmış bulunuyor.

Bu durumda AKP ve MHP’nin gözü —ve büyük olasılıkla eli—- geçen yıl Mayıs’ta yaşadığı yenilgiye ve 31 Mart’ta elde ettiği göreceli başarıya rağmen hala derin bir çalkantı içinde olan, hala kendi içlerinde ve birbirleriyle didişmekten vazgeçmeyen muhalefet partilerinin üzerinde.

Anketlerin ortak noktası kararsız oranında yaşanan stabilize hal: Seçmenin üçte birine yakını hiçbir partiye teveccüh etmemekte. 

Metropoll’ün son anketinde Türkiye’de ciddiye alınır muhalefet olmadığını düşünenlerin oranı yüzde 72.

Ne kadar aksini iddia ederlerse etsinler, ne kadar “candaş” medyalarının kullanışlı isimlerini angaje etmiş olurlarsa olsunlar, kararsızların tarihi kabarıklığını görmeyen medya ne kadar yanıltırsa yanıltsın, küskün ve hiddetli seçmen merkez-milliyetçi muhalefetin partilerine kaymıyor. 

Öte yandan, medyada her gün açılan “kim cumhurbaşkanı adayı olacak?” falları (seçime daha dört yıl var!) abesle iştigalden, “erken seçim kapıda”  iddiaları da hüsnü kuruntudan başka bir şey değil. Hayaller sonsuz, ama reel politika tamamen şark usulü şahsi hesap-kitaplar üzerinden, dar bir gündem içinden yürümekte.

Muhalefetin inkar ettiği bu durumun Cumhur İttifakı’nın iştahını kabartması gayet doğal. Bahçeli ne kadar tersini iddia ederse etsin muhalefetin mümkünse tamamını, olmazsa ağırlıklı kısmını kapsayacak şekilde bir “cephe genişletme” niyeti gün gibi ortada. 

Kriz derinleştikçe çözüm arayışları daha da basitleşir, beklenmedik, mantığı iyice zorlayan bir hal alabilir. 

Bu özellikle Türkiye siyaseti için alışılmış bir durum. Çiller-Erbakan koalisyonu veya DSP ve ANAP’ın MHP ile kurduğu hükümet bunun örnekleri.

Basitleştirerek anlatacak olursam: Cumhurbaşkanı Erdoğan ve yakın çevresinin önceliği, on yıldan uzun bir süredir kabaran anayasa ihlallerinin , genel hukuk çöküntüsünün ve görev suiistimallerinin ülkeyi getirdiği bu kritik noktada üçüncü bir dönem iktidarda kalabilmenin yollarını açmak ve eğer bu ihtimal uzak ise, muhalefet içinde kendilerini kapsayacak bir “cezasızlık uzlaşması”nı sağlamak. 

MHP liderinin önceliği de net: Modern cumhuriyet tarihinde görülmemiş genişlikte, Erdoğan’ın zaafları üzerinden kazanılmış yönetim vesayetini kaybetmemek ve bundan sonraki dönemde de aynı ideolojiden haleflerin başkanlığında da kalıcı kılmak. (Mansur Yavaş bunun için bir numaralı isim.) 

Yani, “değişim”, “dönüşüm”, “reform” sloganlarıyla iktidara kim gelirse gelsin, onu Ankara kriterlerinin daimi esiri olarak tutmak.

Muhalefeti kırılgan kılan siyaset krizi ülkeyi yönetemeyen Cumhur İttifakı için “yönetilebilir” bir durum mu? Mayıs 2023 ve Mart 2024 seçimleri üzerinden şekillenen kronolojiye bakıldığında bu alandaki girişimlerin gitgide yoğunlaşmakta olduğu da aşikar. AKP ve MHP liderleri, muhalefet sandalyelerini dolduran partilerden üçü konusunda “pasif”ten “aktif” konuma geçmiş bulunuyor. 

Başka bir deyişle, şimdiki “tüm krizlerin anası” olan Başkanlık Rejimi’nin konsolidasyonu için Cumhur İttifakı üç koldan ilerlemekte.

Hedefe ilk olarak kendiliğinden İyi Parti oturdu. Neden kurulduğu başından belli olan bu parti CHP’nin eski liderinin seçilmesinde en önemli takozlardan biriydi, bunda etkili oldu, ama olur olmaz da işlevini yitirdi, dağılma sürecine girdi, büzüldü. Peşpeşe istifalarla milletvekili sayısı 30’a indi ve muhtemelen daha da inecek. 

Yeni lideri ne kadar sert konuşursa konuşsun, ülke siyasetinde söz ve eylem arasında bu partinin er veya geç müzakere masasına oturup iktidardan pay kapmaktan başka çaresi kalmayacak. Bir sonraki seçimde aynen DSP gibi buharlaşacağı kesin gibi.

Cumhur İttifakı’nın “muhalefet mühendisliğinde” geriye iki halka kalmıştı. CHP mühendisliği kısmını Erdoğan üstlendi. 

31 Mart sonrası Erdoğan ile CHP’nin yeni lideri Özgür Özel’in sergilediği koreografiye bakıldığında, ilkinin ikincisi üzerinde yeterince etkili bir kontrol kurduğu —kimi iddialara göre zımnen uzlaştığı— anlaşılıyor. Kıbrıs ziyaretinde çekilen fotoğraf ve sonrasındaki “laflaşmalar”, Türkevi önünde iktidar avukatlığı, ayrıca iktidar medyasının Özel hakkındaki “korumacı” tutumu yeterince fikir veriyor. 

Ancak, Erdoğan asıl başarıyı Meclis açılışında CHP’lileri karpuz gibi ortadan ikiye yaran “ayağa kalkma-kalkmama” hadisesi konusunda sağladı. 

CHP grubunun yarısı Özel’in esasında “Erdoğan’a yanaşma peşrevi” olarak görülen “normalleşme” kavramı konusunda partinin içini ikna edemediğini gösteriyor. Ve bu durumun geri dönüşü mümkün de görünmüyor. 

Parti fiilen ikiye ayrılabilir, en azından Meclis içinde bölünebilir. Erdoğan’ın hedefi, bu bölünmeyi kalıcı hale getirip, kendisine üçüncü dönem mutlak iktidar yolunu açacak bir uzlaşmayı, anayasa tartışmasını araçsallaştırak gerçekleştirmek. Gidişatın şifrelerini bundan sonra Özel ve arkadaşlarının “iktidarla dansı”ndaki başarısına göre çözeceğiz.

Geriye DEM kalmıştı, o da muhtemel bir “görev dağılımı” çerçevesinde Bahçeli’nin DEM liderleri ile el sıkışmasında ve yazının başında aktardığım konuşmasında net olarak ortaya çıktı. 

Heveskarların hemen kendilerini ortaya atıp “Bahçeli açılımı” adını taktığı, kimi DEM temsilcilerinin eski ezber kalıplar üzerinden “olumlu” karşıladığı bu hamle ne kadar samimi? Dikkat edilirse Bahçeli konuşmasında DEM’e bazı şartlar koşmaktan geri durmuyor. Yeni bir süreçten veya eşitlikçi anayasadan söz etmiyor, sadece “gelin birlik ve beraberlik içinde olalım” diyor. 

Bu da Bahçeli’nin temsil ettiği davaya aykırı olmayan bir söylem: “Siz bize gelin, bizim parametrelerimizi kabul edin, ve bu sistemle, bu hiyerarşi ile “dayanışıp” şen şakrak devam edelim,” demeye getiriyor. 

Bu “davete” DEM yönetimi ne der, hafıza üzerinden mi, reflekslerle mi hareket eder, üstüne mi atlar, omuz mu silker, onu da bekleyip göreceğiz.

Ekonomik kriz ve bölgeye yayılan savaş da şimdi şekillenen stratejiye uygun. Ekonomi altından kalkılmaz bir hal alırsa çare iyimserlerin umduğu gibi erken seçim olmayacak; iktidar kırılgan haldeki muhalefetin parçalanmış ve muhtaç kesimlerine merkezcil güç uygulayıp, koalisyonu genişletmenin, “pay” vermenin yollarını her türlü yöntemi kullanacak.

Savaş da aynı şekilde güçlenen bir iç siyaset dinamiği: Bugünkü kapalı İsrail toplantısı, Meclis’teki gruplarda netleşen anti-İsrail ortak paydası üzerinden, Batı’dan Doğu’ya doğru meyillenen, genişletilmiş bir milli mutabakat koalisyonunun, öyle olmasa da “yerlive milli” etrafında saf tutmanın nabız yoklaması olarak görülebilir. 

Kısacası, iktidar cephesi “rejim tahkimi”ne kendisine yakın görüyor, pusulayı şaşırmış ve darmadağın muhalefet de vesayet altına alınmaya hayli yakın.

Illustration 1
Erdoğan ve Bahçeli 3 Ekim’de ani bir görüşme yapmıştı

Ce blog est personnel, la rédaction n’est pas à l’origine de ses contenus.