Yavuz Baydar (avatar)

Yavuz Baydar

Journalist, editor and analyst in Turkish & international media / Journaliste, rédacteur, commentateur.

Abonné·e de Mediapart

67 Billets

0 Édition

Billet de blog 11 juin 2024

Yavuz Baydar (avatar)

Yavuz Baydar

Journalist, editor and analyst in Turkish & international media / Journaliste, rédacteur, commentateur.

Abonné·e de Mediapart

Erdoğan’ın ‘oyun planı’ ne?

31 Mart seçimleri ardından Türkiye siyasetinin koreografisi Nisan sonundan bu yana CHP’nin yeni lideri Özgür Özel’in Cumhurbaşkanı Erdoğan ve ortağı Bahçeli ile görüşmeleriyle şekillenmekte. Erdoğan sıkışık bir alanda. Partisi AKP eriyor, CHP’ye giden oylar “emanet”. Peki Erdoğan’ın oyun planı var mı? Varsa nasıl okumalı?

Yavuz Baydar (avatar)

Yavuz Baydar

Journalist, editor and analyst in Turkish & international media / Journaliste, rédacteur, commentateur.

Abonné·e de Mediapart

Ce blog est personnel, la rédaction n’est pas à l’origine de ses contenus.

Sistem tıkandı mı? Kimilerine göre öyle, ama şu aşamada bir tıkanma söz konusu değil. Peki, nedir? Sistem işlemez hale gelmedi ama Başkan Erdoğan’ın 31 Mart seçimlerinden sonra manevra alanı iyice daraldı. Bu da bir ilk değil. 22 yıllık serüveninde Erdoğan birden fazla kez bunu yaşadı ve her seferinde düze çıkmayı, yükselişine devam etmeyi başardı.

Ankara’da Nisan sonlarından itibaren başlayan yerli ve milli mekik diplomasisinin merkezinde yine Erdoğan’ın olması bu yüzden gayet doğal. 

Kök sebebi şu: Seçim sonuçları AKP’de ANAP’vari bir erozyonu işaret ederken, CHP’ye giden oyların bir uyarı ve emanet karması olduğu aşikar, geçiciliği muhtemel. 

En önemlisi de günün sonunda sadece bir “yerel seçim” sonucu söz konusu. Erdoğan’ın işaret ettiği gibi, ulusal/merkezi siyasette “yetkinin sahibi” değişmedi. Normal işleyişin olduğu bir ülkede —Britanya veya Fransa örneklerinde olduğu gibi— 31 Mart gibi bir sonuç erken seçimi dayatırdı. Ama beklendiği gibi Türkiye’de erken seçim ilan edilmedi ve olağanüstü bir gelişme olmadığı takdirde gündeme gelmeyecek. CHP’den gelen erken seçim söylemi de sadece içi boş birtakım cümlelerden ibaret olarak kalmaya mahkum.

Erken seçimi savuşturduğunuzda, 31 Mart sonucunun açığa çıkardığı fay çatlaklarına odaklanmak zorundasınız. Erdoğan’ın yaptığı da bu. Aynen 2015 Haziran seçiminde yediği sille ardından yaptığı gibi: CHP eski lideri Baykal ile görüşmeye öncelik vermiş, Barış Süreci’ni noktalayarak şiddet siyasetini tercih etmiş, CHP ile ucu açık bir istikşafi görüşmeleri bulanık havada paralel yürütmüştü. Bu da ona ihtiyaç duyduğu zamanı kazandırmış, ustalıkla MHP ile ittifakını tahkim ederek 1 Kasım 2015’ten itibaren yoluna muzaffer bir imajla devam etmişti.

Erdoğan’ın kodlarını iyi bildiği bu yöntem şimdi de devrede. Ama bu kez, az önce altını çizdiğim gibi, manevra alanı daralmış durumda. Evet, 22 yılın hemen tamamında ittifakları gücünü pekiştirmek için kullandı Erdoğan, ama “kur-dağıt” ilkesiyle yönettiği her ittifak döneminin kendine has özellikleri oldu. 

Liberaller, Gülenciler derken, farklı tarikatlar, “ulusalcılar” ve MHP ile kurduğu son 8-9 yıllık ittifak öncekilerden farklı olarak şiddetin, yolsuzluk ve ahlaksızlığın, ekonomide çöküşün ayyuka çıktığı, ve bu sonuncusu yüzden seçmeni karşısına alan bir yapı oldu. Güven cephanesi de iyice tükendi. 

Evet, Bahçeli ile bir kader birliği, beka kardeşliği var gibi duruyor durmasına, ama ekonomide bu ortaklık karın doyurmuyor. MHP’nin bu alanda hiçbir şeye faydası yok. 

Daha da dramatik olanı, ittifakın bedeli olarak Erdoğan, Bahçeli’ye güvenlik ve yargı bürokrasisinde kilit pozisyonları orantısız biçimde bahşetmiş durumda. Geçenlerde AKP kurucularından Hüseyin Çelik bunu gayet net ifade etmişti. 

Erdoğan’ı tedirgin eden bir şey varsa, o da, Gülencilerden sonra OHAL ve 2017 Başkanlık Sistemi üzerinden tanzim ettiği yeni devlet mimarisinin siyasi sonunu hazırlaması ve hızlandırması ihtimali.

Erdoğan’ın oyun planı bu yüzden iki stratejik hedef üzerinden yürüyor:

  • İktidar ve yetkiyi devretmek veya paylaşmak zorunda kalmayacağı bir yeni ittifak modeli,
  • O olmazsa, aleyhindeki en kötü ihtimalde Kenan Evren misali, kendisi ve yakınlarına ömür boyu cezai muafiyet sağlayacak bir mutabakat formatı. 

“İttifak kur, kullan, posasını çıkar, at ve yenisini kur” döngüsünde tutunulacak dal CHP ve Meclis grubu iyice pazarlığa açık hale gelen İYİP olarak karşısında aday olarak duruyor. Bu aktörlerle nasıl ve hangi noktaya kadar yürüyebilir? 

Bir görüşe göre, Erdoğan “yeni Anayasa” ısrarından vazgeçmeyecek. Acaba öyle mi? Bu sorunun cevabı, “yeni Anayasa” söyleminin bir araç mı, amaç mı olduğuyla ilgili. Az önce altını çizdiğim iki hedef berraklaştığı ölçüde Erdoğan, “yeni Anayasa” yerine kısmi anayasa değişiklikleri ile de yetinebilir. 

Onun için daha önemlisi, yerel seçim ardından başlattığı “yeni anayasa” tartışmasının zaman kazanma açısından ne kadar yararlı olacağıdır. Zira, Meclis aritmetiğinin şu anda AKP-MHP ve minik Millet İttifakı partilerine İYİP’nin 36 milletvekili eklense bile en fazla 355’i bulduğunu en iyi Erdoğan biliyor. Dolayısıyla “yeni anayasa” bu koşullarda bir araçtan ibaret. 

Peki, gelelim CHP lideri Özgür Özel’in Erdoğan’ı da içeren görüşme trafiğine. Özel’in bu hamlesinin Türkiye için olumlu olduğuna işaret edenler haklı olabilir. Ama bu ziyaretler silsilesi ne “normalleşme” ne de “yumuşama” kavramları ile tanımlanamayacak kadar çiğ. Olsa olsa bir “diyalog arayışı” denebilir. 

Erdoğan’ın “iade-i ziyaret”ini de kapsayan bu süreçte, medyanın öz yerine sembolik ögelere odaklanmasının yararsızlığını bir yana bırakırsak, en çok dikkat çeken yöntem, Özel’in görüşmeleri birtakım talepleri Başkan’a “iletmesi”. Özel, gerçek anlamda bir “özel ulak” konumunda. 

Anladığımız kadarıyla bu iki temasta, asgari ücretlere ve emekli maaşlarına zam durumunu, tarım ürünü alım fiyatlarını, öğretmen atamalarını, staj ve çıraklık mağdurlarını, kira yardımlarını, depremzedelerin  sınıktılarını; Osman Kavala, Can Atalay, Gezi Davası, Kürt illerine kayyımlar gibi konuları gündeme taşımış, düzeltilmeleri talebinde bulunmuş.

Özel, 7 Mayıs’ta Erdoğan’ın müttefiki MHP lideri Bahçeli’yle görüşmesinde ne söylediğini şöyle dile getirmişti:

“Dış politikada, Kıbrıs ve Filistin konuları başta olmak üzere Türkiye'nin dış politikasını hangi gözle gördüğümüzü kendisiyle paylaşma, CHP'nin burada ana muhalefet partisi olduğunu, ancak yurt dışında Türkiye partisi olduğunun altını bir kere daha çizdim.“

Bütün bunlar, en hafif tabiriyle, son derece tuhaf. Dünya siyaset pratiğinde bir ana muhalefet partisi liderliğinin, iktidar ile görüşmelerinde kendisine bir “danışmanlık” rolü biçtiğine dair bir örnek yok. Belki Ortadoğu, Kafkasya veya Orta Asya’da vardır, bilinmez. Ama Özel açısından bir arzuhalciliğe sığınmak, aleyhine işleyecek bir kulvarda koşuyor olmak demek. 

Sebebi çok açık: 22 yıl boyunca siyasi rakiplerini ve muhaliflerini suya götürüp susuz geitirme ustası olan Erdoğan için bütün bu söylem biçimi,  bu format, rakibinin zaaflarını, niyetlerini, uzlaşmaya ne kadar yatkın olup olmadığını ölçüp biçmede kolaylık demek. Başkan bu iki görüşme ardından CHP’yi nereye nasıl çekeceğini çok daha iyi biliyor.

Özel, zaman kazanmanın Erdoğan için ne kadar hayati olduğunun farkında mı? Avrupa Parlamentosu seçimleri esasen Erdoğan yönetiminin işini çok daha kolaylaştıracak şekilde sonuçlandı. Başkan şimdi sabırla ABD seçimlerini Trump’ın kazanması için dua ediyor. O da olursa, içerde CHP başta tüm muhalif aktörlerle konuşma biçimi de değişecek, çünkü siyasi ömrüne ömür eklenmiş olacak.

CHP’nin Erdoğan açısından yumuşak karnı, dış politikaya bakışında. Son Erdoğan-Özel görüşmesinde dış politikanın muhtemel bir “milli mutabakat hükümeti”nin tohumlarının atılmasına nasıl vesile olduğunu tahlil etmekte yarar var. Saray’dan yapılan açıklamanın bir bölümünde, AB seçimlerini bile  bile tersten okuyan şu ifadeler dikkat çekici: 

“Avrupa Parlamentosu seçimlerinde aşırı sağ ve popülist sosyalist partilerin ortaya koyduğu performans, Türkiye düşmanlığı, İslam düşmanlığı konusunda malesef Avrupa'nın yeni meydan okumalarla karşı karşıya olduğunu göstermektedir. Sayın Cumhurbaşkanımız Türkiye'nin içindeki partilerin bu ortaya çıkan faşist dalgaya karşı ortak hareket etmeleri konusundaki hassasiyetlerini ifade etmişlerdir.”

Sosyal Demokratlığın evrensel niteliğini bir yana bırakarak Erdoğan ve Bahçeli’ye “dış politikada aynıyız” mesajıyla ilerde koalisyona bile kapıyı açık bırakan Özel’in, yavaş yavaş Erdoğan’ın manyetik alanına girmekte olduğuna şüphe yok.

Anlaşıldığı kadarıyla Erdoğan ve Özel, Kıbrıs savaşının 50’nci yılı vesilesiyle adanın kuzeyine 20 Temmuz’da birlikte gidecekmiş. 

Bunu AKP-CHP arasında sıcaklaşma ve nihai kucaklaşmanın işareti olarak okumayanlar, en azından Erdoğan’ın CHP’yi kontrolüne alarak peşinde sürüklemesinin yeni adımı olarak tahlil etmeyi denerlerse faydalı olabilir.

Illustration 1

Ce blog est personnel, la rédaction n’est pas à l’origine de ses contenus.