Kuşbakışı siyaset manzarası sanıldığı gibi kafa karıştırıcı değil. Tersine her geçen gün biraz daha netleşen bir görüntü var. Cumhur İttifakı’nın stratejik hedeflerinde herhangi bir sapma veya yavaşlama da görünmüyor. Dış konjonktürün yardımı ve iç siyaset sahnesindeki aktörleri gitgide içine çeken rol dağılımı eşliğinde, safların sıklaştırılmasını öngören bir “beraber yürüyüş” hazırlığı hız kazanmakta. Bunda PKK’nin 12 Mayıs açıklamasının etkisi önemli bir paya sahip.
Cumhur İttifakı’nın iki liderinden son bir hafta içinde gelen açıklamalardan, “mevcut iktidar yapısını tahkim” projesinin bundan sonraki köşe taşlarını , nihai güzergaha giden yoldaki duraklarını da görebiliyoruz: DEM’in iktidar ittifakı ile senkronizasyonu, Meclis’teki partilerin “yerli ve milli” kavramı çevresinde kümelenmesi ve “güçlendirilmiş beka” sağlayacak bir anayasa.
En sondan başlayalım. Konuyu Cumhurbaşkanı Erdoğan 19 Mayıs vesilesi ile yaptığı konuşmada yeniden dile getirdi.
“Arkadaşlarımız şu an itibariyle yeni anayasanın hazırlığı için bir çalışmayı sürdürüyorlar, sürdürecekler," dedi. “Çünkü biz artık bundan 20 sene öncesinin anayasasıyla gidemeyiz. Yeni bir anayasa ve bunu inşallah sizlerle beraber yapacağız. Ve bu yeni anayasada da eksiklerimiz nelerse bu eksikleri de gidermek suretiyle yeni nesil bir anayasayı inşallah milletimize kazandıracağız.”
Buradan şunu anlıyoruz: “Yeni anayasa” taslağı AKP tarafından hazırlanıyor ve o “süreç” AKP yönetimi ve denetimi altında, dikey bir yöntemle işleme konulacak.
Medya ve yargı artık denetim altına alındığına göre, PKK’nin feshi ve silahlara veda konusunda herşey — Erdoğan’ın dile getirdiği gibi — iktidarın kontrolünde ilerlediğine göre, sıra yasamanın — yani TBMM’nin — hizaya getirilmesinde. Arzu edilen, mevcut merkeziyetçi yönetim yapısının yerel yönetimlerde yaşanan boşlukların kapatılarak aşırı merkeziyetçi, su geçirmez bir otoriter bir rejimin kurulması.
Habire “çöktü çöküyor” gibi spekülasyonlara hedef olan Cumhur İttifakı’nı arada bir ikili görüşmelerle iman tazeleyen, hedef güncelleyen bir şirkete benzetebiliriz. "AKP-MHP A.Ş." veya iki partinin stratejik ortaklığını güvence altına almış bir joint venture. Bu ortaklık siyasi sermaye ve kadro gücü eşliğinde yerini sağlamlaştırmış görünen iki “yönetici paydaş”ın rol dağılımı ile ileri hamleleri koordine etmesi üzerine kurulu.
Bu açıdan baktığımızda Cumhurbaşkanı ve AKP lideri Erdoğan’ın, belirlenen istikamet üzerinde sıkıntı üreten engel olarak gördüğü CHP üzerinden bir mıntıka temizliği görevine odaklandığı, MHP lideri Bahçeli’nin ise PKK’nin feshi ve silahsızlandırılması için 1 Ekim’de başlayan — ve kabul gören — “telkin ve irşat” rolüne kendisini adadığını net olarak görebiliyoruz. Öyle ki, iki liderin bir diğerinin görev alanına uzak durması, söylemlerinde teğet geçmesi, muhalefet kesimleri tarafından “görüş ayrılığı” diye yorumlanmaya kadar vardı.
Bu bir optik yanılgıydı.
"AKP-MHP A.Ş."nin siyaset mühendisliği projesi, açık ki, bir kesintiye uğramadan, önemli bir engele takılmadan başarıyla yürüyor. Bir yanda “barış” kavramı çevresinde şekillendirilmeye çalışılan bir “süreç”, öbür yanda anamuhalefet partisini siyaseten kötürüm kılmayı, müstakbel başkanlık adayı İmamoğlu’yu siyaset dışı bırakmayı öngören bir başka “süreç”. Her ikisinde de sistem olarak hukuk, devre dışı. Eğer söz konusu olan “barış üzerinden demokrasi” ise, bunun gerçekleşme olasılığı sadece falcılık gerektiriyor.
Şimdi siyaset mühendisliğinde yeni bir perde açılıyor. Bunu (rol dağılımı icabı) Bahçeli’nin “komisyon” önerisinde ve Erdoğan’ın yerel yönetimlerin merkezileştirilmesine dair “müjdesi”nde görüyoruz.

Agrandissement : Illustration 1

“Yeni Yüzyılın Terörsüz Türkiye Stratejisi; Milli Birlik ve Dayanışma Komisyonu”.
MHP liderinin uzun bir metinle 18 Mayıs günü kamuoyuna takdim ettiği yeni projenin adı böyle.
“Mezkur hedefin uzun süreli kalıcı başarıya ulaşması “terörsüz Türkiye” stratejisinin geniş bir toplumsal uzlaşmayla milli gayeler doğrultusunda inşasını gerektirmektedir,” diyordu Bahçeli.
Önerdiği şuydu: a) Meclis’teki 16 partinin katılımıyla 100 kişilik bir “yol haritası” komisyonu kurulması, b) Her siyasi partinin en az bir üye ile temsil edilmesi, diğer üyelerin grubu bulunan partilerin temsil oranına göre belirlenmesi, c) Komisyonda kararların salt çoğunlukla alınması, d) Kararların Genel Kurul’a sunulması.
Bu öneriler demeti, Erdoğan’ın lanse ettiği “yerli ve milli” söylemiyle de, daha sonra Saray ve MHP çevrelerinin sıkça dile getirdiği “İç Cephe” söylemiyle yüzde yüz uyumlu. Komisyonun adı zaten bunu ima ediyor.
Malumunuz, “İç Cephe” kavramı, siyasi ve toplumsal tartışmalarda, özellikle de muhalefet ya da eleştirel kamuoyu tarafından gelen söylemlerin dış politikadaki pozisyonlara zarar verdiği veya “milli çıkarları zayıflattığı” iddiasıyla gündeme gelmişti. İktidar çevreleri dış politika, güvenlik veya askeri konularda içerideki eleştirileri bir tür “zayıflama” ya da “ihanet” unsuru gibi sunmakta. Ayrıca bu kavramın, dış politika veya güvenlik kararlarını denetim ve kamusal tartışmadan uzaklaştırdığı eleştirileri de var. Kısacası “İç Cephe” söylemi, devletin “beka” mücadelesinde içeride tek seslilik, mutlak sadakat, siyaseti tekleştirme ve eleştirisizlik beklentisini ifade eden bir siyasi kavram.
Öte yandan, komisyonun hedef/işlev tanımının belirsizliği, bu haliyle sadece bir taktiksel adımı işaret ediyor. Amaç aynen Yenikapı örneğinde olduğu gibi iktidar dışı partileri “milli birlik” sathına çekerek, uzun sürmesi muhtemel bir çalışma ile oyalamak ve iktidar stratejilerine “pasif ortak” kılmak mı?
Bu teklife şu ana kadar — beklendiği gibi — önce DEM’den olumlu yanıt geldi (buna sonradan CHP lideri Özel ve cezaevinden İmamoğlu da katıldı). İmralı Heyeti üyesi Pervin Buldan, “Sayın Bahçeli olması gerekeni söyledi. Komisyon, bu meselenin parlamentoda çözümünün ilk adımı olur. Çünkü bu mesele parlamentoda ete, kemiğe bürünmeli. Komisyon ancak böyle işlevsel olur. Bu yasama yılı bitmeden de kurulmalı” dedi.
Dedi ama, “bu mesele” dediği “şey” ile ilgili kamuoyu ne biliyor? “Komisyon” denince Buldan ve DEM tam olarak ne anlıyor?
Baştan beri şeffaflık talep eden Özel ve “kapalı kapılar ardında çözüm olmaz” diyen İmamoğlu’nun, “bu komisyonun hedeflerini bize izah edin, kamuoyu da anlasın” demediğini, teklifi kayıtsız şartsız kabul ettiğini de anlamış bulunuyoruz.
Oysa DEVA partisi başkan yardımcısı Mehmet Emin Ekmen öyle düşünmüyor. Bir televizyon programında Ekmen, kuşkucuların hislerine tercüman olurcasına, “Şeffaflık yok. Biz DEM partililere bunbu söyledik. Dedik ki, olur da süreç akamete uğrarsa, baştan ezbere iyi niyetle destek vermiş olan bizler ayazda kalırız, kamuoyunu bilgilendirin. DEM olmasa da, AKP’nin veya devlet adına MİT’in bizi ve toplumu bilgilendirmesi gerekiyor,” dedi.

Agrandissement : Illustration 2

Şimdi DEM parti temsilcilerinin Meclis’te yeni turlara başlamakta olduğu da aşikar. Aşikar ama, madem Ekim 2024’ten beri çağrı, teklif, baskı özellikle MHP liderinden geldi ise, “tek kanatlı kuş” dediği gelişmeye ikinci kanadı takma sorumluluğu da, yani Meclis’teki partileri ikna turu görevi de bizzat Bahçeli’de değil mi?
Kaldı ki, sözü edilen “mesele”, son 50 yılı kapsayan, pek çok boyutu olan, yüzleşme ve uzlaşma gerektiren bir derin yara.
Eğer bir komisyon gerekiyorsa, bunun öncelikle bağımsız hukukçulardan oluşması gerekmez mi?
Buldan veya DEM neden bunda ısrar etmiyor?
Böyle pek çok soru var. Ama şu açık: İktidar, bu komisyon hamlesi ve parti güdümlü anayasa çalışması ile (ayrıca DEM ile CHP arasındaki açığın korunması üzerinden) Meclis eksenli siyasete el koyma niyetinde. Bu hamlenin başarı oranı arttığı ölçüde, il özel idaresi yapılanmalarının gözden geçirilmesi, belediyelerin yerele atanmış merkez bürokratlarının, yani Ankara’nın kontrolüne alınmasının da yolu açılmış olacak.
——
Bir dipnot olarak şuna da değinmekte yarar var. Bahçeli’nin 18 Mayıs tarihli çağrı metninde Kürt olduğu bilinen, ama Türk milliyetçiliğinin fikir babası olarak bilinen, (İttihat Terakki Merkez Komite’den arkadaşı) Talat Paşa’nın görüşlerini de şekillendiren Ziya Gökalp’e ilginç atıflar var. Gökalp’in şu sözlerini aktarıyor Bahçeli:
“Türklerle Kürtler muazzez vatanımızı düşmandan, mukaddes dinimizi fesattan esirgemek için daima birlikte cihada atılmıştır… Milli Misakımızın Türklerle Kürtlere aynı kıymeti, aynı ehemmiyeti vermesi gösteriyor ki, Türklerle Kürtler arasındaki vefa bağları, sadakat rabıtaları her türlü tasvirin fevkinde bir samimiliğe maliktir.”
Tarihçi Hans Lukas Kieser, yetkin “Talat Paşa” biyografisinde, “Talat ve Gökalp’in bölgesel olarak kök salacak bir demokrasiyi ve toplumsal sözleşme fikrini kabul etmediğini, devlet merkezli bir Müslüman Türkçülüğü benimsediğini” yazıyordu (s. 30, “Talat Paşa”, İletişim Y)
Bahçeli’nin bir tarih bilinci ile bugünü şekillendirme iradesinden kuşku duymak için bir neden yok. Bugünleri, 1908-1914 arası döneme dönerek tarihçilerin irdelemesinde yarar var.
Evvelce de yazdım: Geçmişi okumayan, ne bugünü ne de geleceği “okuyabilir”.