Başlık abartılı gelebilir. Ancak böylesi bir alarmizm için yeterli sebep var. Avrupa’nın erimekte olan geleneksel merkez sağ ve merkez sol siyasetçilerinin açıkça paylaştığı endişeler de, Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un baskın seçiminin yeni bir zifiri karanlık dönemin tetikleyicisi olma ihtimalini son derece ciddiye aldıklarını gösteriyor.
The Guardian gazetesinde geçenlerde yer alan bir kitap haberi bende bir çalar saat etkisi yarattı. Haber şunu söylüyordu: Karl Polanyi’nin bir başyapıt olarak tanınmış kitabı “The Great Transformation” (Büyük Dönüşüm), aradan 80 yıl geçtikten sonra nihayet Britanya’da yayınlanmış. Polanyi, 20’nci yüzyılın en özgün düşünürlerinden biri sayılan, “deha” olarak tanımlanmış bir iktisatçı. Yapıtı, günümüzün gitgide derinleşen siyasi ve ekonomik global krizini derinden düşünmeye davet eden, kehanet dolu bir çalışma.
İlk cümlesi, yazarının meramını berrak bir dille özetliyor zaten: “On dokuzuncu yüzyıl uygarlığı çöktü.”
“Kitap David Ricardo ve Thomas Malthus gibi etkili liberal iktisatçıları serbest piyasa adına insanları ve çevreyi metalaştırmakla suçluyor,” diye aktarıyor The Guardian’ın hatırlatma haberi. “Sanayi Çağı’nda gelişen fikirlerin 19. yüzyıl daki küreselleşmeyle, sınırsız kapitalizmle gelen barbarlık ve yoksulluğu başlattığını; bunun 20. yüzyılda sosyalizm, bireycilik ve liberalizm hareketlerine karşı uçlarda aşırı sağ ve aşırı sol tepkilere yol açtığını savunuyor”.
Günümüzde (Nobel ödüllü) Joseph Stiglitz veya Thomas Piketty gibi en önde gelen iktisatçıların saygıyla dikkat çektiği Polanyi, yükselen faşizme ve büyük savaş sonrası uygulanan politikalara dair keskin içerikli çalışmalarda ısrarlı olsa da “zamanın ruhu”na kapılmış dönemin eliti tarafından yabancılaştırılmış. Bunda sadece akıntıya karşı yüzmesinin değil Avusturya Macaristan çıkışlı bir Yahudi olmasının da payı var.
Neyse ki, başyapıt Türkçede Prof Ayşe Buğra’nın çevirisiyle mevcut. İletişim Yayınları tarafından 2016 sonbaharında “Büyük Dönüşüm” başlığıyla yayımlanmıştı.
Peki, kim bu adam? Yayınevinin biyografisine bakalım.
“1886 yılında Macaristan'da doğdu. 1920'lerde Viyana'ya yerleşti ve burada gazeteci olarak çalışmaya başladı. 1922'den itibaren ekonomik liberalizme ve anti-komunizme karşı yazılar yayımlamaya başladı. 1930'larda Sovyet sosyalizmine karşı takınılan uzlaşmaz tavırlara karşı çıktı. 1930'larda faşizmin yükselişi sırasında ailesiyle İngiltere'ye yerleşti. Oxford ve Londra üniversitelerince düzenlenen işçi eğitim programlarında görev aldı. 1946'dan itibaren Columbia Üniversitesi'nde iktisat tarihi dersleri verdi. 1953'te, 66 yaşındayken emekliye ayrıldı, Kanada'ya yerleşti. Bu dönemde kapitalizm öncesi toplumlar ve ilk çağ ekonomileri üzerine çalışmalarını sürdürdü. 1957'de Eski İmparatorluklarda Ticaret ve Piyasa (Trade and Market in the Early Empires) adlı derlemesi yayımlandı. Karısıyla beraber Macar edebiyatından derledikleri Saban ve Kalim (The Plough and the Pen) 1963'te yayımlandı.”
İletişim Yayınları’nın tanıtımında şu ifadeler de, ilgilenenler için, kitabın ruhu konusunda aydınlatıcı:
“Karl Polanyi'nin çöktüğünü ilan ettiği on dokuzuncu yüzyıl uygarlığının can damarı ve temel biçimlendiricisi, kendi kurallarına göre işleyen piyasaydı; emek, toprak ve parayı metalar haline getiren ve insan toplumlarını uluslararası düzeyde eşi görülmemiş bir kurumsal tekdüzeleşme içinde kendine kayıtsız şartsız bağımlı kılan piyasa sistemi... Polanyi'ye göre çöküş kaçınılmazdı, çünkü kendi kurallarına göre işleyen piyasa sistemi insan toplumuyla bağdaşması imkânsız bir şeydi. Büyük Dönüşüm, bu bağdaşmazlığın ve kaçınılmaz çöküşün hikâyesi. Yani hem ekonomik liberalizmin hem de ona karşı kaçınılmaz alternatifler olarak ortaya çıkan faşizm ve sosyalizmin hikâyesi.”
Dolayısıyla, denilebilir ki, huzursuzlukla çalkanan ülkelerde efsunlanmış gibi uçlara savrulan kitlelerle, onların yalanlara açık, ham duygularına yelken açmış, kapanmacı ve baskıcı otokratların yükseldiği, faşizmin ve militarizmin iyice uç verdiği bu dönemde nihayet hakettiği yeri buldu bu kitap.
Tam da bu noktada, yetkin bir Polanyi uzmanı olan Dr Gareth Dale’in The Guardian’a anlattıkları önemli:
“Polanyi 1930'larda Nazi partisini sendikalara ve sosyalistlere karşı bir "koçbaşı" olarak gören varlıklı Almanların, piyasa sisteminin gelişmesine izin verdiği için Hitler'in antisemitizmini görmezden gelmeye ikna olduklarını gözlemlemişti.Bugün Trump'ı sevimsiz bulan pek çok Amerikalının yine de ona oy vermesi gibi… Alman eliti (o zaman) kendi kendilerine şöyle demekteydi: Hitler'i finanse etmekten gayet memnunuz, çünkü onun sokak savaşçıları sendikaları ezmeye yardımcı olacak, böylece bizler daha fazla kar elde edebileceğiz.”
ABD seçimleri yaklaşırken, Amerikan sermayesinin önde gelen, bir kısmı yeniyetme olan, acımasız temsilcilerinin Trump’ın seçilmesi üzerinden hesap kuran gizli kapaklı veya açık görüşmeleri biliniyor. Ama, geçen yüzyılın iki büyük savaşı arasındaki gelişmeleri çağrıştıran, kıtalararası bir “tarihi senkronizasyon” da gayet bariz. AB seçimleri sonrasında Fransa’nın içine sürüklendiği anafor, bu spontane senkronizasyonu iyice göze sokar nitelikte.
Geçen günlerde Financial Times’ın (FT) “Fransız patronlar Le Pen’le flört halinde” başlıklı haberi pek çok şeyi anlatıyor. Bunun derinlemesi analizini Fransız siyaset sosyoloğu Michel Offerle bir ay kadar önce yapmıştı. FT’nin konuştuğu kimi patron ve bankacılara göre “sol ittifak, Le Pen’in Ulusal Birlik’inden daha tehlikeli”. FT’ye göre “Paris’teki yatırım bankası ve şirket yöneticileri, Le Pen’in yardımcısı (ve başbakan adayı= Jordan Bardella’nın son aylarda iş dünyasının liderlerini yanına çekmek için halihazırda kapalı kapılar ardında görüşmeler yapmakta.”
Le Pen de devrede. Geçenlerde Le Figaro’ya yaptığı açıklamada şunu söyledi: “Finans piyasaları Ulusal Birlik’in projesini gerçek manada anlamış değil. Projemizin sadece karikatürünü duymuşlar. Gerçekten okuyunca son derece makul bulacaklar.”
Neresinden bakarsak bakalım, Fransa çok kritik bir dönüm noktasında. Merkez siyaset tıkandı, sistemin işlemesine rağmen seçmen geleneksel tepki genlerine sadık şekilde “gayrımemnun”, ve ülke çok daha büyük gerginliklere gebe. Kararsız bir iş insanının deyimiyle durum, “kolera ile veba arasında tercih meselesi”. Tehlikeyi en derinden hissedenler ise, geçen yüzyılın anti-faşist çekirdeğine sadık kalmaya devam eden, “aksaçlı” Gaullist’ler. Bunların arasında dışişleri eski bakanlarından Dominique de Villepin gibi, oyunu taktik olarak sol Halk Cephesi’ne vereceğini ilan edenler de var.
30 Haziran ve 7 Temmuz iki turlu seçim, hiç beklenmedik sonuçlara yol açabilir. En iyi ihtimal, yani ehven-i şer, hiçbir partinin tek başına çoğunluk kuramadığı bir parlamento manzarası.
Ancak bu daha önce yaşandı. 1932 seçimlerinde Almanya’da patlak veren kriz, dönemin devlet başkanı Hindenburg’un sonunda çaresiz biçimde başbakanlığı Hitler’e ve Nazilere ikram etmesiyle sonuçlanmıştı. Macron, alelacele kalkıştığı bu hamle ile durumu Nisan 2027’deki başkanlık seçimlerine kadar kontrol altında tutmayı planlıyor, ama dünya yeni bir Hindenburg vak’asıyla karşı karşıya kalabilir.
Kısacası Polanyi’nin kehaneti, bu yüzyılda geçerliliğini koruyor.

Agrandissement : Illustration 1
