Yavuz Baydar (avatar)

Yavuz Baydar

Journalist, editor and analyst in Turkish & international media / Journaliste, rédacteur, commentateur.

Abonné·e de Mediapart

64 Billets

0 Édition

Billet de blog 25 juin 2024

Yavuz Baydar (avatar)

Yavuz Baydar

Journalist, editor and analyst in Turkish & international media / Journaliste, rédacteur, commentateur.

Abonné·e de Mediapart

“Normalleşme Komedisi”nde yeni perde: Ucube siyaset, stratejik şaşkınlık

Anamuhalefet partisi CHP iktidara danışmanlık hizmeti mi veriyor? Britanya’da “gölge bakanlık” köklü bir gelenek. Ama, mesela, orada iktidar-muhalefet ilişkileri içinde gölge bakan veya muhalefet heyetlerinin iktidarın akıl hocalığına kalkıştığı görülmedi. Elbette demokrasilerde partiler arası medeni ilişkiler, kritik zamanlarda diyaloglar olabilir, ama böylesi Türkiye’ye özgür bir durum.

Yavuz Baydar (avatar)

Yavuz Baydar

Journalist, editor and analyst in Turkish & international media / Journaliste, rédacteur, commentateur.

Abonné·e de Mediapart

Ce blog est personnel, la rédaction n’est pas à l’origine de ses contenus.

İlginç bir durumla karşı karşıyayız. Daha da ilginci, bu ilginç durumu hemen herkesin normal karşılıyor olması. “Normalleşme” diye pazarlanan şey, akla ilk gelenlerin sorgu-sual olmadan uygulamaya konması ise diyeceğim yok, ama gözlemlediğim gelişme karşısında hayretim baki.

Cumhurbaşkanı, Saray ve AKP bakanları ile anamuhalefet partisi CHP arasında başlatılan, sözde “yumuşama” sürecinden söz ediyorum. Süreç, malum, Cumhurbaşkanı ve AKP lideri Erdoğan ile CHP lideri Özel arasındaki görüşmelerle başlamıştı. “Normalleşme” veya “yumuşama”, tercih edilen terimlerdi, ama aslında bir diyalog kurma girişimiydi. Ekonomide ciddi sıkıntı yaşayan iktidarın ihtiyacı üzerinden başlamıştı. 

Özel, görüşmelere bir dizi muhalefet önerisi ile gitti, ardından CHP ekonomi “kurmaylarının” Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek ile görüşeceğini ilan etti. Şimdi bu gerçekleşmiş durumda. CHP’nin “gölge ekonomi bakanı” olarak tanıtılan Yalçın Karatepe, Şimşek’le buluştu, dört saati aşkın süre ikili konuştular. 

Anlaşıldığına göre Karatepe asgari ücrete ara zam, emekli aylıklarına artış, tarımsal desteklerin artırılması ve vergide adaletsizliğin giderilmesi gibi dört ana konuda partisinin “taleplerini” sundu. Ardından “Görüşme sonunda acı reçeteyi vatandaşa çıkaran anlayışta bir değişim iradesi olmadığını maalesef gördük” dedi.

Tuhaflık silsilesi de tam olarak burada göze çarpmakta. Medya — yandaş veya muhalif — bu sürecin esas amaç ve usulünü sorgulamak yerine, bunu “normal” bir veri olarak kabul ederek ortadan yorumlarla yetinmeye deam ediyor. Hal böyle olunca, yaşanan bu diyalog sürecini sarmalayan tuhaflık da görülmüyor.

CHP liderliği ne yapmak istiyor? Amaç, ekonomide iyice çıkmaza sürüklenmiş olan iktidara “danışmanlık servisi” sunmak mı? Bunda ana muhalefet adına nasıl bir stratejik yarar umuluyor? Bunları bilmiyoruz, ama Karatepe’nin “değişim iradesi yok” açıklamasının anlamını biliyoruz: Beklenen oldu. CHP cenahı, “taleplerinin” AKP tarafından gerçekten de kabul göreceğini, Şimşek veya Erdoğan’ın “çok iyi oldu, bunları hemen uygulamaya koyacağız, teşekkür ederiz” demesini mi bekliyordu? 

CHP’nin taktik hamlesi, “bizim sesimiz, medyadaki çöküş nedeniyle hiç duyulmuyordu, belki bu sayede iktidar medyası da bizi görmeye başlar” fikrine dayanıyorsa, bunun anlamsızlığı gayet bariz. Çünkü aynı zamanda, şu soruyu da sormamız lazım. Bu görüşme sürecini başlatan, siyasette manevra ustası Erdoğan’ın oyun planı nedir? Acaba, CHP’yi Macchiavelli’den ilham almış bir hamleyle anaforun içine çekmek, böyle gazını alıp uzun vadede pasifize etmek mi? Yoksa, dış politikada netleşen “birlikte hareket etme” uzlaşması ardından, ekonomi gibi sorunlu ana arterde yakınlaşmayı hızlandırıp, sorumluluğun bir kısmını CHP’ye yükleyecek bir dönemin harcını karmak mı?

Veya, 7 Haziran 2015 seçimleri ardından yaşananlarda olduğu gibi, CHP’yi yıpratacak bir oyalama sürecine sürüklemek mi?

Hepsi bir yana, dünya reel siyasetinde, partiler arası rekabetin iyi kötü işlediği herhangi bir demokraside, ana muhalefetin - veya muhalefetin - durduk yerde, halka net açıklama yapmadan iktidarın gönüllü asistanlığına soyunduğu görülmüş şey değil.

Britanya’da “gölge bakanlık” köklü bir gelenek. Ama mesela orada iktidar-muhalefet ilişkileri içinde gölge bakan veya muhalefet heyetlerinin iktidarın akıl hocalığına kalkıştığı görülmedi. Elbette demokrasilerde partiler arası medeni ilişkiler, kritik zamanlarda diyaloglar olabilir, ama böylesi Türkiye’ye özgür bir durum.

Demokrasilerin rekabet alanı meclis ve meydanlardır. Eğer muhalefet olarak temel alanlarda bir programınız varsa, bunu o platformlarda gündeme getirir; programınızı iktidarın emellerine alet olmak için değil, iktidara seçilmek için sunarsınız. Oysa buradaki görüntü, “iktidarla fiili işbirliğine, oratklığa hazır” bir anamuhalefet görüntüsü. 31 Mart seçim sonucundan CHP’nin algıladığı, öyle anlaşılıyor ki, bu. Ama seçmende hala yüzde 30’larda gezen kararsızlık, CHP’ye giden oyların diyalog forrmatını aşan işgüzarlıklar yüzünden heba edilmekte olduğunun göstergesi.

Bunları sorgulayanlar tek tük, yani yok değil.

İktisatçı Osman Ulagay, son yorumunda endişesini gayet kibarca dile getirmiş. “Bu tabloda ortaya çıkabilecek en büyük tehlike” diye yazıyor, “Adalet ve Kalkınma Partisi’nin ve Sayın Erdoğan’ın ekonomiyi siyasetin aracı olarak kullanma alışkanlığını sürdürmesi olabilir. CHP’nin bu yola girmek istemesi de benzer bir sonuç verebilir.”

Keskin bir siyaset gözlemcisi olan Prof Levent Köker de 31 Mart seçimleri ardından CHP’nin sadece en ço oy alan parti değil aynı zamanda büyük kentlerde yönetimi alan parti niteliğini hatırlattıktan sonra, “diyalog” sorununun derinliklerini sorguluyor.

“CHP bu pozisyonunu kendi eliyle itip, Erdoğan’ın yöneteceği sürecin içinde yer almaya çalışıyor.” diyor Köker.  Şöyle devam ediyor:

“Yerel yönetimlerdeki başarısını müstakbel bir iktidar zaferinin adeta kesin işareti gibi algılıyor ve sanki kısa bir süre sonra iktidara gelecekmiş gibi bir havaya giriyor. Bununla da yetinmiyor, ekonomi ve maliye yönetiminde -Mehmet Şimşek’le birlikte kaynak arayışına girmek gibi- iktidara yol göstermek de dâhil, hani neredeyse bir koalisyon ortağı gibi çalışmaya teşne olduğunu ortaya koyuyor.”

,“Bunda ne acayiplik var” diyebilirsiniz. Şu: Bütün bu “normalleşme” denilen süreçte Özgür Özel CHP Genel Başkanı sıfatıyla yer alırken Erdoğan, kendisini AKP Genel Başkanı olarak değil, Cumhurbaşkanı olarak konumlandırdı. CHP de bunu kabul etti. Böylece, 2014’ten beri birbiri içine geçmiş olan ve nihayetinde parti-devlet özdeşleşmesine kadar varan parti başkanlığı ile cumhurbaşkanlığı makamlarının tekleşmesi CHP tarafından da teyit edilmiş oldu.”

"Buna ek olarak, CHP liderliği bu “normalleşme” sürecinde, sürekli olarak Erdoğan’dan kendilerini onaylayan bir “Cumhurbaşkanı” olarak söz etmeyi ve hatta bu nedenle kendisine teşekkür etmeyi de adet haline getirdi. Örneğin, “dış politikada siyâsi partiler arasında farklılık olmamalı” gibi hayli acayip bir gerekçeyle, Özgür Özel Erdoğan’dan dış gezileri öncesinde kendisine “brifing” verilmesini istiyor ve Cumhurbaşkanı’nın da bu yönde talimat verdiğini, hayli memnun bir edayla kamu oyuna açıklıyor. Ekonomi ve maliye konularında birlikte çalışma tekliflerinin yine Cumhurbaşkanı tarafından kabul gördüğünün söylenmesini de buna ekleyebiliriz.”

“Bu acayip işlerin özeti, yerel seçimlerde güçlü bir ivme yakalamış gibi görünen CHP’nin, muhalefetin bütün demokratik potansiyelini Erdoğan’ın liderliğine teslim etmeye amade bir hâl ve tavır içine girmesi olarak ifade edilebilir. Gerçekten de çok acayip!”

Köker’in saptamalarına ben de şunu ekleyebilirim: 

Bu “usul hatası” ile kaybeden taraf çok büyük olasılıkla CHP olacak, Erdoğan Yönetimi değil. O yüzden partinin “muhalefet nedir ve nasıl yapılır?” konusundaki temel eserleri yeniden okuması gerekiyor. 

Okurlar mı? Emin değilim.

Illustration 1

Ce blog est personnel, la rédaction n’est pas à l’origine de ses contenus.