Yavuz Baydar (avatar)

Yavuz Baydar

Journalist, editor and analyst in Turkish & international media / Journaliste, rédacteur, commentateur.

Abonné·e de Mediapart

64 Billets

0 Édition

Billet de blog 27 février 2025

Yavuz Baydar (avatar)

Yavuz Baydar

Journalist, editor and analyst in Turkish & international media / Journaliste, rédacteur, commentateur.

Abonné·e de Mediapart

Öcalan’ın çağrısı geldi, şimdi gözler Erdoğan'da

PKK lideri Öcalan’ın örgütü “tüm gruplarıyla feshetme” çağrısı açık ki uzun süre yankılanacak, tartışılacak. Türkiye’nin çalkantılı siyasetine eklenen bu yeni durum, öngörüleri daha da zorlaştırmakta. Çağrı Kürtlerin inanmak istediği gibi demokratikleşmenin yolunu mu açacak, Erdoğan’ın otokratik düzen kurgusunda etkin bir araç mı olacak?

Yavuz Baydar (avatar)

Yavuz Baydar

Journalist, editor and analyst in Turkish & international media / Journaliste, rédacteur, commentateur.

Abonné·e de Mediapart

Ce blog est personnel, la rédaction n’est pas à l’origine de ses contenus.

PKK lideri Abdullah Öcalan’ın Şubat ayı bitmeden gelen, örgüte yönelik “kongrenizi toplayın ve karar alın. Tüm gruplar silah bırakmalı ve PKK kendini feshetmelidir” çağrısı uzun süre yorumlanacak, satır satır analiz edilecek. Aylardır yükseltilen beklentilerin, sadakat çerçevesinde coşku yaratması doğal. Sonuçta,  uzun süredir izole edilmiş olan Öcalan, yazılı da olsa, tek fotoğraf eşliğindeki Kürtlerle temas kurmuş oldu. 

Muhakkak ki, bu çağrıyı ele alması ve ona göre tavır belirlemesi gerekenler, öncelikle Kürtler, özellikle de DEM’e oy, Öcalan’a gönül verenler. Çağrı geldi, şimdi okuma ve sindirme zamanı. Göreceğiz ki, zaman geçtikçe, görüşler ve muhtemelen de görüş ayrılıkları daha fazla kristalize olacak. Öyle olacak, zira çağrıda bilinen Öcalan-PKK çizgisine göre hayli radikal değişim ifade eden görüşler var. Ayrıca, yazılı açıklama ardından, sözlü olarak “demokrasi ve hukuk” vurgusu yapan bir dipnot eklenmesi de tartışmalara eklenecek ister istemez.

Illustration 1

Çağrı çok taze, o yüzden şimdilik burada durayım. Kimileri erken bulabilir, ama bence şimdi beklenmesi gereken bir açıklama veya yorum var. O da Erdoğan’dan gelecek.

Neden? Şundan: Öcalan’ın çağrısı sadece “tüm gruplarla” (buna YPG de dahil mi, anlaşılmıyor) PKK’nin silah bırakması ve kendisini feshetmesi ile sınırlı. Bunun ötesinde, kendisine çağrı için çağrı yapan devletin ne vereceğini bilemiyoruz. Normal şartlarda, tabii eğer bu en basitinden bir “pazarlık” idi ise, o zaman bu çağrının yanında/altında,  hemen sonrasında, “devamlılık” açısından, devletin pozisyonunun da devlet tarafından açıklanması beklenirdi. Bu yok. Dolayısıyla, çağrı sonrasında tüm gözler ve kulaklar Erdoğan’da olmalı.

Malum, Cumhurbaşkanı Erdoğan “süreç” denilen bu “girişim” sürecinde birkaç kez “ya silah bırakırlar ya da…” ifadeleri dışında detaya girmedi. Sessiz kaldı. Kimileri bunu (yanlış ve dayanaksız biçimde) Bahçeli’yle görüş ayrılığı, kimileri iyi polis / kötü polis oyunu gördü, kimilerine göre ise Erdoğan 2013-15 sürecindeki “hataları” tekrar etmek istemiyordu. 

Ama en geçerli olan olasılık, dördüncüsü. Muhalefetle kıyaslanmayacak ölçüde bir siyaset ustası olan Cumhurbaşkanı, bir “oyun kurucu” olarak, genel siyaset mühendisliği içinde, hem CHP hem de DEM başlıklarında gelinen noktada kontrolü elinde tutuyor.

“Güç bende” diyor ve bunu ziyadesiyle gösteriyor.

Öcalan’ın çağrısının, onyıllardır kollektif haklar çerçevesinde amansız bir mücadele veren Kürtlere ne getireceği sorusuna net bir cevabı en azından şu anda vermek mümkün değil. Bunu Kürtlerin çoğu da bilmiyor. Ortada bir çağrı var, ve şimdi ilgili aktörler — Türkiye, Irak, Suriye, diyaspora.. — buna göre tavır alacak.

Ucu açık bir süreç. İzleyip göreceğiz. 

Peki, çağrının Erdoğan’ın yol haritası ve oyun kurgusu ile ilgili boyutu nedir? Onun kazancı ne olacak? Ne planlıyor?

Erken değil: Çağrının arkasından hızla gündeme gelmesi gereken mesele bu. 

1 Ekim’de Meclis’in açılmasından bu yana siyaset sahnesinde baskının iyivce katlandığı bir süreç yaşanıyor. Gezi’den itibaren yaşanan medya ve STK baskılarına — kendilerine dokunmadığı için — sessiz kalan muhalefet kesimleri son beş ayda sıranın kendilerine geldiğini gördükçe şok üstüne şok yaşamaktalar. Kendisini nispeten bağışıklı sayan CHP ana hedef haline gelmiş durumda; iç kargaşası durumunu daha da vahim kılıyor. Buna ek olarak meşrebi anamuhalefete yakın olan meslektaşlarımız da şok üstüne şok yaşamakta son zamanlarda. Hiç beklenmedik şekilde TÜSİAD’ın da kriminalize edilenler listesine girmesi, pek çok uyurgezer elit mensubu için uyandırma servisi işlevi gördü.

Öcalan’a uygulanan çağrı markajı (“sıfır toplamlı oyun”) nasıl ki bölgesel konjonktürden, Suriye’den bağımsız görülemezse, Türkiye’deki ana-akım muhalefet kesimlerinin hedef tahtasına oturtulmasının da Öcalan’ın çağrısından ayrı düşünülmesi mümkün değil.

Öyle anlaşılıyor ki, Erdoğan kurguyu başarıyla şu ana kadar sahnelemiş durumda: Bir yandan, içi içini kemiren CHP’yi İmamoğlu üzerinden “böl-yönet”te tutarken (CHP bu açmazdan çıkamayacak kadar iç kavgasına kapanmış halde) CHP belediyelerine peşpeşe kayyım atarken, diğer yandan, çürümüş reel siyasette vizyonsuz ve işlevsiz kalmış olan küçük sağ partilerden milletvekili devşirerek zeminini sağlamlaştırıyor. Suriye’de HTŞ hamlesi ile 4-5 puan kazandı, karşısında lider adayı olmasına izin vermeyerek, 2028 seçimlerinin taşlarını döşüyor.

Gözünün “DEM’i kıvamına getirmek”te olduğuna şüphe yok.

Onun radar ekranında DEM’in 57 milletvekili var.

Tam bu noktada, Öcalan’ın — Erdoğan’ı şaşırtıcı bir öge içermeyen — çağrısı ile siyaset mühendisliğinin nasıl senkronize olacağı sorusu gündeme gelmekte. 

Muhtemelen şu: Şayet Öcalan’ın çağrısı Kürt Siyasal Hareketi’nin bileşenlerinde olumlu karşılık görmeye ve Suriye’deki Kürt dinamiğini Şam karşısında yeterince zayıflatmaya başlarsa, Erdoğan’dan Öcalan ve Kürt siyasi mahpuslarla ilgili yeni hamleler gelebilir. Ama daha önemlisi, stratejik anlamda Erdoğan için hayati önem taşıyan anayasa değişikliği konusu.

Evet, kendisine çok kızan, verip veriştiren oldu ama Prof Serap Yazıcı’nın AKP’ye transferi de yine AKP-MHP-DEM üçgeninde şekillenebilecek bir düzenleme bağlamında gündeme gelecektir. Madem Öcalan, Bahçeli’nin — ve hemen ardından Erdoğan’ın — formüle ettiği çerçevede, onların itirazına yol açmayaca bir metin açıkladı, bundan sonra da Erdoğan sürecin kontrolünün kendisinde kalacağını varsayacaktır. 

Aritmetik hesaba göre AKP+MHP oylarına DEM oyları eklendiğinde Meclis’te 382 sayısına (yani referandum sayısına) rahatlıkla ulaşılıyor.

Erdoğan sarsak küçük sağ partilerden daha çok transfer yaparsa şaşmamak gerekir, çünkü anlaşıldı ki siyaset Türkiye’de aşikarlaşmış bir ikbal ve çıkar aracı. Dolayısıyla belki de Erdoğan anayasal çoğunluk için 400 milletvekiline bile ulaşabilir. (“Erdoğan erken seçim için 360 istiyor” analizlerine itibar etmek yanlış olur, çünkü zaten CHP epeydir erken seçim deyip duruyor, buna evet oyu vermesi zaten beklenir). 

Bu sayılar (360 veya 400) erken seçimden ziyade, cumhurbaşkanının önündeki dönem kısıtlamasını kaldıracak bir anayasa değişikliğine evet demeleri karşılığında DEM ve Kürt hareketine olabildiğince sınırlı, palyatif bazı anayasal reformların pazarlığı anlamına geliyor.

Öcalan  çağrısında federal model veya idari özerkliği de “geçersiz" ilan ettiğine göre, Erdoğan ve Bahçeli’nin kamuoyu önünde işi daha kolay. Bu gelişmelerden sonra, atacağı adım konusunda beklentiler hep üzerinde olacağı için, DEM’i de kendisine bağımlı kılmış durumda. 

Kaldı ki Cumhurbaşkanı siyasette istediğini yapma ve elde etme maharetinden bir şey kaybetmiş değil.

Kısacası yepyeni soru işaretleri var karşımızda.

Bu sorulardan biri, Kürt siyasilerin ve seçmenin de er veya geç karşısına çıkacak: ,

“Seni Başkan yaptıracak mıyız, yaptırmayacak mıyız?”

Ce blog est personnel, la rédaction n’est pas à l’origine de ses contenus.